TÜRKÇE KUR'AN-I KERİM (DİYANET
MEALİ) |
7 - A'RÂF SÛRESİ |
Bismillahirrahmânirrahîm
|
Mekke döneminde inmiştir. 163-170. âyetlerin
Medine döneminde indiğini söyleyen âlimler de vardır. 206
âyettir. Sûre adını, 46. ve 48. âyetlerde geçen "el-A'râf"
kelimesinden almıştır. "el-A'râf", yüksek yerler, yüksek
mevkiler demektir. Sûrede temel konu olarak, ilahi vahyin
doğruluğu ve vahye duyulan ihtiyaç işlenmektedir |
|
1. |
Elif Lâm Mîm Sâd. |
2. |
Bu, sana, kendisiyle (insanları)
uyarman için ve mü'minlere öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık
ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. |
3. |
Rabbinizden size indirilene uyun. Onu
bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! |
4. |
Nice memleketleri helak ettik. Onlara
azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat halinde iken
gelmişti. |
5. |
Azabımız kendilerine geldiğinde, "(Biz
bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk" demekten başka
söyleyecekleri kalmamıştı. |
6. |
Kendilerine peygamber gönderilenlere
mutlaka soracağız.Peygamberlere de elbette soracağız. |
7. |
Andolsun, onlara (yaptıklarını) tam bir
bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz. |
8. |
O gün amellerin tartılması da haktır.
Kimlerin sevabı ağır basarsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. |
9. |
Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse
işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini
ziyana sokanlardır.
|
10. |
Andolsun, size yeryüzünde imkan ve
iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkanları da yarattık. Ama
siz ne kadar az şükrediyorsunuz! |
11. |
Andolsun, sizi yarattık. Sonra size
şekil verdik. Sonra da meleklere, "Adem için saygı ile eğilin" dedik.
İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden
olmadı. |
12. |
Allah, "Sana emrettiğim zaman seni
saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?" dedi. (O da) "Ben ondan hayırlıyım.
Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın" dedi. |
13. |
Allah, "Şimdi in aşağı oradan. Çünkü
senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen
aşağılıklardansın" dedi.
|
14. |
Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) bana
insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver." |
15. |
Allah da, "Sen süre verilenlerdensin"
dedi.
|
16. |
Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) beni
azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin
dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım." |
17. |
"Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların
çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın." |
18. |
Allah dedi ki: "Yerilmiş ve kovulmuş
olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi
cehenneme doldururum." |
19. |
"Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın.
Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden
olursunuz."
|
20. |
Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş
olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi
ki: "Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette)
ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı." |
21. |
"Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim"
diye de onlara yemin etti. |
22. |
Bu sûretle onları kandırarak yasağa
sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü.
Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri
onlara, "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir
düşmandır, demedim mi?" diye seslendi.
|
23. |
Dediler ki: "Rabbimiz! Biz kendimize
zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan
edenlerden oluruz."
|
24. |
Allah dedi ki: "Birbirinizin düşmanı
olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve
yararlanma vardır."
|
25. |
Allah dedi ki: "Orada yaşayacaksınız,
orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız." |
26. |
Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi
örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah'a karşı
gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu
(giysiler), Allah'ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar
(diye onları insanlara verdik). |
27. |
Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini
kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten
çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları
göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, iman
etmeyenlerin dostları kılmışızdır. |
28. |
Çirkin bir iş işledikleri vakit, "Biz
atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler.
De ki: "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri
Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?" |
29. |
De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her
secde yerinde yüzlerinizi (ona) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak ona
ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine ona) döneceksiniz."
|
30. |
Allah bir kısmına hidayet etti, bir
kısmına da sapıklık layık oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları
dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.
|
31. |
Ey Ademoğulları! Her mescitde
ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf
etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez. |
32. |
De ki: "Allah'ın, kulları için
yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?" De ki: "Bunlar, dünya
hayatında mü'minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür.
İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz." |
33. |
De ki: "Rabbim ancak, açık ve gizli
çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil
indirmediği herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmanızı ve Allah'a karşı
bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." |
34. |
Her milletin belli bir eceli vardır.
Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne
geçebilirler. |
35. |
Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim
âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah'a karşı gelmekten
sakınır ve halini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek
de değillerdir. |
36. |
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara
uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir.
Onlar orada ebedi kalacaklardır. |
37. |
Kim, Allah'a karşı yalan uyduran veya
onun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan
(kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda
kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, "Hani
Allah'ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?" derler. Onlar da,
"Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular" derler ve kâfir olduklarına dair
kendi aleyhlerine şahitlik ederler. |
38. |
Allah şöyle der: "Sizden önce gelip
geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin." Her topluluk
(arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lanet eder. Nihayet hepsi
orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler
için, "Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş
azabı ver" derler. Allah der ki: "Her biriniz için bir kat daha fazla
azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz." |
39. |
Öncekiler sonrakilere, "Sizin bize
karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış olduğunuz şeylere
karşılık, azabı tadın" derler. |
40. |
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o
âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin
kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de
giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. |
41. |
Onlar için cehennem ateşinden döşek,
üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle
cezalandırırız.
|
42. |
İman edip salih ameller işleyenlere
gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar
cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. |
43. |
Biz onların kalplerinde kin namına ne
varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar. "Hamd, bizi buna
eriştiren Allah'a mahsustur. Eğer Allah'ın bizi eriştirmesi olmasaydı,
biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun Rabbimizin peygamberleri bize
hakkı getirmişler" derler. Onlara, "İşte yaptığınız (iyi işler)
sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!" diye seslenilir. |
44. |
Cennetlikler cehennemliklere,
"Rabbimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va'd
ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar, "Evet" derler. O
zaman aralarında bir duyurucu, "Allah'ın laneti zalimlere!" diye
seslenir. |
45. |
Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu,
eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkar
edenlerdir. |
46. |
İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir
sur A'râf üzerinde de bir takım adamlar vardır. Cennet ve
cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere,
"Selam olsun size!" diye seslenirler. Onlar henüz cennete
girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.
|
47. |
Gözleri cehennemlikler tarafına
çevrildiği zaman, "Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma"
derler. |
48. |
A'râftakiler simalarından tanıdıkları
bir takım adamlara da seslenir ve şöyle derler: "Ne çokluğunuz, ne de
taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!" |
49. |
"Sizin, �Allah bunları rahmete
erdirmez' diye yemin ettikleriniz şunlar mı?" (Sonra cennetliklere
dönerek) "Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de
değilsiniz" derler. |
50. |
Cehennemlikler de cennetliklere, "Ne
olur, sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize
akıtın" diye çağrışırlar. Onlar, "Şüphesiz, Allah bunları kafirlere
haram kılmıştır" derler.
|
51. |
Onlar dinlerini oyun ve eğlence
edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu
günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkar
edip durdularsa biz de onları bugün öyle unuturuz. |
52. |
Andolsun biz onlara, bilerek
açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve
rahmet olarak getirdik.
|
53. |
Onlar ise ancak, ("Görelim bakalım!"
diyerek) Kur'an'ın bildirdiği sonucu (te'vilini) bekliyorlar. Onun
bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler
ki: "Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim
için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya)
döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?" Gerçekten onlar
kendilerine yazık etmişlerdir. (İlah diye) uydurdukları (putlar) da
onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır. |
54. |
Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve
yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş'a1 kurulan, geceyi,
kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün
yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah'tır. Dikkat edin,
yaratmak da, emretmek de yalnız O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan
Allah'ın şanı yücedir. |
55. |
Rabbinize alçak gönüllüce ve için için
dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez. |
56. |
Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın. Allah'a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak
dua edin. Şüphesiz, Allah'ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır. |
57. |
O, rüzgarları rahmetinin önünde müjde
olarak gönderendir. Nihayet rüzgarlar ağır bulutları yüklendiği vakit,
onları ölü bir belde (yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu
indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri
de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz. |
58. |
(Toprağı) iyi ve elverişli beldenin
bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve
elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir
toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.
|
59. |
Andolsun, Nûh'u kendi kavmine peygamber
olarak gönderdik de, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan
başka hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün
azabından korkuyorum" dedi. |
60. |
Kavminin ileri gelenleri, "Biz seni
açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler. |
61. |
(Nûh onlara) şöyle dedi: "Ey kavmim!
Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, Âlemlerin Rabbi tarafından
gönderilmiş bir peygamberim." |
62. |
"Ben size Rabbimin vahyettiklerini
tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de
Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum." |
63. |
Sizi uyarması ve sizin de Allah'a karşı
gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı
ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?
|
64. |
Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu
ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi
yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka kapalı) kör
bir kavim idiler. |
65. |
Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u
peygamber olarak gönderdik. Onlara, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin.
Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah'a karşı gelmekten
sakınmaz mısınız?" dedi. |
66. |
Kavminin ileri gelenlerinden inkar
edenler dediler ki: "Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz.
Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz." |
67. |
Hûd şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende akıl
kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir
peygamberim." |
68. |
"Rabbimin vahyettiklerini size tebliğ
ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım." |
69. |
"Sizi uyarması için içinizden bir adam
aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy ve öğüt) gelmesine
şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra onların
yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah'ın
nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz." |
70. |
Onlar, "Sen bize tek Allah'a ibadet
edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin?
Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize
getir" dediler.
|
71. |
Hûd, "Artık size Rabbinizden bir azap
ve öfke inmiştir. Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği,
yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu bir takım isimler (düzmece
tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza
geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" dedi.
|
72. |
Bunun üzerine biz onu ve
beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi
yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik. |
73. |
Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i
Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin.
Sizin için ondan başka bir ilah yoktur. Gerçekten size Rabbinizden
(benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte size
bir mucize olarak Allah'ın şu devesi... Bırakın onu da Allah'ın mülkünde
yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir
azap yakalar." |
74. |
"Hatırlayın ki Allah Âd kavminden
sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Yerin
ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz. Artık
Allah'ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın." |
75. |
Kavminin büyüklük taslayan ileri
gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, "Siz, Salih'in, Rabbi
tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor
musunuz?" dediler. Onlar da, "Biz şüphesiz onunla gönderilene
inananlarız" dediler. |
76. |
Büyüklük taslayanlar, "Şüphesiz biz
sizin inandığınız şeyi inkar edenleriz." dediler. |
77. |
Nihayet deveyi kestiler, Rablerinin
emrine karşı geldiler ve "Ey Salih! Sen eğer (dediğin gibi)
peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir" dediler.
|
78. |
Derken, onları o kuvvetli sarsıntı
yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar. |
79. |
Artık Salih onlardan yüz çevirdi ve
"Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size
nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz" dedi.
|
80. |
Lût'u da Peygamber olarak gönderdik.
Hani o kavmine şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin
yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?" |
81. |
"Hakikaten siz kadınları bırakıp,
şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir
toplumsunuz." |
82. |
Kavminin cevabı ise sadece, "Çıkarın
bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan
insanlar!..." demek oldu. |
83. |
Bunun üzerine biz de onu ve karısı
dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab içinde kalanlardan
oldu. |
84. |
Onların üstüne bir azap yağmuru
yağdırdık." Bak, suçluların akıbeti nasıl oldu. |
85. |
Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı
peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin.
Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Rabbinizden size açık bir
delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını
eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.
İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır." |
86. |
"Bir de, tehdit ederek Allah'ın
yolundan O'na iman edenleri çevirmek, Allah'ın yolunu eğri ve çelişkili
göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve
güçsüz) idiniz de o sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl
oldu!?" |
87. |
. "Eğer içinizden bir kısmı benimle
gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah
aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en
hayırlısıdır." |
88. |
Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayan
ileri gelenler dediler ki: "Ey Şuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim
dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları
memleketimizden çıkarırız." Şuayb, "İstemesek de mi?" dedi. |
89. |
"Allah bizi sizin dininizden
kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah'a karşı yalan
uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi olmadıkça sizin dininize
dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle
kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle
kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en
hayırlısısın." |
90. |
Şuayb'ın kavminden inkar eden ileri
gelenler dediler ki: "(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şuayb'a uyarsanız o
takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz." |
91. |
Derken, onları o korkunç sarsıntı
yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar. |
92. |
Şuayb'ı yalanlayanlar sanki orada hiç
yaşamamışlardı. Şuayb'ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar
onlar oldu.
|
93. |
(Şuayb) onlardan yüzçevirdi ve dedi ki:
"Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini ulaştırdım. Size
nasihat de ettim. Şimdi ben, inkarcı bir topluluğa nasıl üzülürüm?"
|
94. |
Biz hiçbir memlekete bir peygamber
göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora
halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım. |
95. |
Sonra kötülüğün (sıkıntı ve darlığın)
yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve
(nankörlük edip): "Atalarımız da darlığa uğramış ve bolluğa
kavuşmuşlardı" dediler. Biz de, farkında değillerken onları ansızın
yakaladık. |
96. |
Eğer, o memleketlerin halkları iman
etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne
gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar
yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı
yakalayıverdik. |
97. |
Memleketlerin halkları geceleyin
uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular? |
98. |
Ya da o memleketlerin halkları kuşluk
vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?
|
99. |
Yoksa Allah'ın tuzağından emin mi
oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah'ın tuzağından emin
olamaz. |
100. |
Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne
varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı mı ki, biz dileseydik
onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. Biz
onların kalplerini mühürleriz de onlar hakkı işitmezler. |
101. |
İşte memleketler! Onların haberlerinden
bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık
deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak
değillerdi. Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler. |
102. |
Biz onların çoğunda, sözünde durma diye
bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların çoklarını yoldan çıkmış kimseler
bulduk.
|
103. |
Sonra onların ardından Mûsâ'yı, apaçık
mucizelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber
olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkar ettiler. Bak,
bozguncuların sonu nasıl oldu. |
104. |
Mûsâ dedi ki: "Ey Firavun! Şüphesiz ki
ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." |
105. |
Bana, Allah'a karşı sadece gerçeği
söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim.
Artık İsrailoğullarını benimle gönder. |
106. |
Firavun, "Eğer açık bir delil
getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen"
dedi. |
107. |
Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı.
Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha. |
108. |
Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne
görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş. |
109. |
Firavun'un kavminden ileri gelenler
dediler ki: "Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır." |
110. |
"Sizi yerinizden çıkarmak istiyor."
Firavun ileri gelenlere, "Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?" dedi. |
111. |
Onlar şöyle dediler: "Mûsâ'yı ve
kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma) ve şehirlere
toplayıcılar yolla."
|
112. |
"Bütün usta sihirbazları (toplayıp)
sana getirsinler." |
113. |
Sihirbazlar Firavun'a geldiler. "Galip
gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükafat vardır, değil mi?"
dediler. |
114. |
Firavun, "Evet. Üstelik siz (ücretle de
kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız" dedi. |
115. |
(Sihirbazlar), "Ey Mûsâ!" Ya önce sen
at, ya da önce atanlar biz olalım" dediler. |
116. |
(Mûsâ), "Siz atın" dedi. Bunun üzerine
onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara
korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar. |
117. |
Biz de Mûsâ'ya, "Elindeki değneğini at"
diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp
yutuyor.
|
118. |
Böylece hak yerini buldu ve onların
yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı. |
119. |
Artık orada yenilmişler ve küçük
düşmüşlerdi.
|
120. |
Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
|
121. |
"Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
|
122. |
"Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine." |
123. |
Firavun, "Ben size izin vermeden ona
iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için
şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!" |
124. |
"Mutlaka sizin ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin
tümünüzü elbette asacağım." |
125. |
Dediler ki: "Biz mutlaka Rabbimize
döneceğiz."
|
126. |
"Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize
geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz!
Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al." |
127. |
Firavun'un kavminden ileri gelenler
dediler ki: "Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ'yı ve kavmini,
bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye
bırakacak mısın?" Firavun, "Biz onların oğullarını öldüreceğiz,
kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce
sahibiz?" dedi. |
128. |
Mûsâ kavmine, "Allah'tan yardım isteyin
ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Ona, kullarından dilediğini
mirasçı kılar. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" dedi.
|
129. |
Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de
bize işkence edildi, geldikten sonra da." Mûsâ, "Umulur ki, Rabbiniz
düşmanınızı helak edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) egemen kılıp, nasıl
davranacağınıza bakacaktır" dedi. |
130. |
Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt
alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.
|
131. |
Fakat onlara iyilik geldiği zaman, "Bu
bizimdir, (biz çalışıp kazandık)" derler. Eğer başlarına bir kötülük
gelirse Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin
ki onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat
çokları bilmezler. |
132. |
Dediler ki: "Bizi büyülemek için her ne
getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz." |
133. |
Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize
olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşerât), kurbağalar
ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve
suçlu bir kavim oldular.
|
134. |
Üzerlerine azap çökünce, "Ey Mûsâ!
Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı
üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını
seninle birlikte elbette göndereceğiz" dediler. |
135. |
Fakat erişecekleri bir süreye kadar biz
azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar. |
136. |
Bu yüzden onlardan intikam aldık.
Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle
kendilerini denizde boğduk.
|
137. |
Hor görülüp ezilmekte olan kavmi
(İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve
batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel
söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin
yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik. |
138. |
İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar.
İsrailoğulları, "Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları)
olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana" dediler. Mûsa şöyle dedi:
"Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz."
|
139. |
Şüphesiz bunların (din diye) içinde
bulundukları şey yok olmaya mahkumdur. Yapmakta olduklarının hepsi
batıldır." |
140. |
"Sizi âlemlere üstün kılmış iken,
Allah'tan başka ilah mı araştırayım size?" |
141. |
Hani sizi Firavun ailesinden
kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı
öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz
tarafından büyük bir imtihan vardı.
|
142. |
Mûsâ'ya otuz gece süre belirledik, buna
on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye
tamamlandı. Mûsâ kardeşi Hârûn'a, "Kavmim arasında benim yerime geç ve
yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma" dedi. |
143. |
Mûsa, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip
Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım”
dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak,
eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi dağa
tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca,
“Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben
inananların ilkiyim” dedi. |
144. |
(Allah) "Ey Mûsâ! Vahiylerim ve
konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi
al ve şükredenlerden ol" dedi. |
145. |
Mûsâ için, Tevrat levhalarında her şeye
dair bir öğüt ve her şeyin bir açıklamasını yazdık ve ona şöyle dedik:
"Şimdi onları kuvvetle tut, kavmine de emret. Onları en güzeliyle
alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim."
|
146. |
Yeryüzünde haksız yere büyüklük
taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler
de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama
sapıklık yolunu görseler onu (hemen)yol edinirler. Bu, onların,
âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
|
147. |
Âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı
yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ancak yapmakta
olduklarının cezasını çekerler.
|
148. |
Mûsâ'nın kavmi onun (Tur'a gitmesinin)
ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir buzağı heykeli
(yaparak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara
hiçbir yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilah)
edindiler de zalim kimseler oldular. |
149. |
İsrailoğulları (yaptıklarına) pişman
olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce, "Eğer Rabbimiz bize acımaz
ve bizi bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz" dediler.
|
150. |
Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak
döndüğünde, "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin
emrini beklemeyip acele mi ettiniz?" dedi. (Öfkesinden) levhaları attı
ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı.
(Kardeşi) "Ey anamoğlu" dedi, "Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni
öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni
o zalimler topluluğu ile bir tutma." |
151. |
(Mûsâ), "Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi
bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen merhametlilerin en
merhametlisisin" dedi. |
152. |
Buzağıyı ilah edinenlere mutlaka
(ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet
erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız. |
153. |
Kötülükleri işleyip de sonra ardından
tövbe edenler ile iman (larında sebat) edenlere gelince şüphe yok ki,
Rabbin ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir. |
154. |
Mûsâ'nın öfkesi dinince (attığı)
levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir
hidayet ve bir rahmet vardı.
|
155. |
Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere
gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar).
Mûsâ, "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helak
ederdin. Şimdi içimizden bir takım beyinsizlerin işledikleri günah
sebebiyle bizi helak mı edeceksin? Bu sırf senin bir imtihanındır.
Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin.
Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen
bağışlayanların en hayırlısısın" dedi. |
156. |
"Bizim için bu dünyada da bir iyilik
yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik." Allah şöyle
dedi: "Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her
şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekatı
verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım." |
157. |
Onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve
İncil'de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir.
O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve
temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır
yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler,
ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte
onlar kurtuluşa erenlerdir. |
158. |
(Ey Muhammed!) De ki: "Ey insanlar!
Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın
hepinize gönderdiği peygamberiyim. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O,
diriltir ve öldürür. O halde Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Resûlüne,
o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız." |
159. |
Mûsâ'nın kavminden (insanları) hak ile
doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk da vardı.
|
160. |
Biz onları on iki kabile halinde
topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi
Mûsâ'dan su istediğinde biz ona, "Asânı taşa vur" diye vahyettik.
(Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri
bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve
bıldırcın indirdik. "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz
olanlarından yiyin" (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi
nefislerine zulmediyorlardı. |
161. |
O zaman onlara denilmişti ki: "Şu
memlekete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve �Hıtta (Ya Rabbi,
bizi affet)' deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz
de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını
vereceğiz." |
162. |
Onlardan zulmedenler hemen sözü,
kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine
karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik. |
163. |
Ey Muhammed ! Onlara, deniz kıyısında
bulunan kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı)
konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü
balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde
ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan
ediyorduk. |
164. |
Hani onlardan bir topluluk demişti ki:
"Siz Allah'ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme
ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?" Onlar da, "Rabbinize bir mazeret
beyan etmek için, bir de belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar diye
(öğüt veriyoruz)" demişlerdi.
|
165. |
Onlar kendilerine hatırlatılanı
unutunca biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık.
Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
|
166. |
Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye
yanaşmayınca da onlara "aşağılık maymunlar olun" dedik. |
167. |
Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe
kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini
bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O
çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. |
168. |
Biz onları yeryüzünde parça parça
topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle
olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve
kötülükler ile sınadık.
|
169. |
Derken, onların ardından yerlerine
Kitab'a (Tevrat'a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın
değersiz malını alır ve "(nasıl olsa) biz bağışlanacağız" derlerdi.
Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek
dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap'ta söz alınmamış
mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Halbuki Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor
musunuz? |
170. |
Kitaba sımsıkı sarılanlara ve namazı
dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli)
kimselerin mükafatını zayi etmeyiz. |
171. |
Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi
onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:)
"Size verdiğimiz Kitab'a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın
ki, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız" demiştik. |
172. |
Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının
sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit
tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet,
şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü,
"Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. |
173. |
Yahut, "Bizden önce babalarımız Allah'a
ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi
bâtılcıların işlediği yüzünden bizi helak mı edeceksin?" dememeniz
içindir. |
174. |
Hakka dönsünler diye işte âyetleri
böylece ayrı ayrı açıklıyoruz. |
175. |
Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz halde
onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de
azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat. |
176. |
Dileseydik o âyetlerle onu elbette
yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine
uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini
sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu,
âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları
anlat ki düşünsünler. |
177. |
Âyetlerimizi yalan sayan ve ancak
kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür! |
178. |
Allah kimi doğru yola iletirse, odur
doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların
ta kendileridir.
|
179. |
Andolsun biz, cinler ve insanlardan,
kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen,
kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var
ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte
bunlar gafillerin ta kendileridir.
|
180. |
En güzel isimler Allah'ındır. O'na o
güzel isimleriyle dua edin ve O'nun isimleri hakkında gerçeği
çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.
|
181. |
Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak
doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk
vardır. |
182. |
Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,
biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz.
|
183. |
Ben onlara mühlet veririm. Şüphesiz
benim tuzağım çetindir. |
184. |
Onlar düşünmediler mi ki (çok iyi
tanıdıkları, kendileriyle içiçe yaşamış olan) arkadaşlarında
(Peygamber'de) delilikten eser yoktur. O ancak apaçık bir uyarıcıdır.
|
185. |
Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız
hükümranlık ve nizama, Allah'ın yarattığı her şeye, ecellerinin
yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki bundan sonra artık hangi
söze inanacaklar? |
186. |
Allah kimi saptırırsa artık onu doğru
yola iletecek kimse yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır,
bocalayıp dururlar.
|
187. |
Sana kıyametin ne zaman kopacağını
soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde
ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır
basmıştır. O size ancak ansızın gelecektir." Sanki senin ondan haberin
varmış gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi sadece Allah
katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar." |
188. |
De ki: "Allah dilemedikçe ben kendime
bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben
gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana
kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir
müjdeciyim." |
189. |
Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve
kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle
birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu
taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi
ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye
dua ederler. |
190. |
Fakat Allah onlara iyi ve sağlıklı bir
çocuk verince de, Allah'ın kendilerine verdiği çocuk konusunda ona
ortaklar koşarlar. Allah onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
|
191. |
Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri
yaratılan şeyleri Allah'a ortak mı koşuyorlar? |
192. |
Halbuki onlar (edindikleri ilahlar) ne
onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler. |
193. |
Onları doğru yola çağırsanız size
uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir (sonuç
alamazsınız). |
194. |
Allah'ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi
sizin gibi(yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi
hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).
|
195. |
Onların yürüyecek ayakları mı var?
Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek
kulakları mı var? De ki: "Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak
kurun da bana göz açtırmayın bakalım!" |
196. |
Çünkü benim velim, Kitab'ı (Kur'an'ı)
indiren Allah'dır. O, bütün salihlere velilik eder. |
197. |
Allah'tan başka taptıklarınızın ise
size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım
edemezler. |
198. |
Eğer onları, doğru yola çağırırsanız
işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, halbuki onlar
görmezler. |
199. |
Sen af yolunu tut, iyiliği emret,
cahillerden yüz çevir. |
200. |
Eğer şeytandan bir kışkırtma seni
dürterse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
bilendir. |
201. |
Şüphe yok ki Allah'a karşı gelmekten
sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice
düşünürler (derhal Allah'ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini
açarlar. |
202. |
Şeytanlara kardeş olanlara gelince,
şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri
durmazlar. |
203. |
(Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri) bir
âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: "Onu (da) bir yerlerden
derleyip toplasaydın ya." De ki: "Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene
uymaktayım. Bu (Kur'an âyetleri) Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül
gözlerini aydınlatan nurlardır.) İman edecek bir topluluk için bir
hidayet kaynağı ve bir rahmettir."
|
204. |
Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip
dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin. |
205. |
Rabbini, içinden yalvararak ve
korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden
olma. |
206. |
Şüphesiz Rabbin katındaki (melek)ler
O'na ibadet etmekten büyüklenmezler. O'nu tespih ederler ve yalnız O'na
secde ederler. |